Omurgalıların bağışıklık sisteminin uyum sağlama düzeyi, edinilmiş bağışıklık kaybı sendromu incelendiğinde açık şekilde olarak görülmektedir. Bu hastalık, bağışıklık cevabını (önemli rolü olan yardımcı T hücrelerin faaliyetine engel olmak suretiyle) hemen hemen tamamen ortadan kaldırır.
AIDS Virüsü
AIDS etmeni olan HIV-1 virüsü (insan bağışıklık kaybı virüsü, tip 1), normalden daha karmaşık bir retrovirüstür. Bu virüs, kendi genomunu oluşturan ve her biri (P7 ve P9 olarak tanınan) bir çift proteinle kaplı olan iki RNA kopyasından oluşmuştur. Bu yapı iki farklı tabaka içinde paketlenmiş durumdadır.
İçteki tabaka bir çeşit proteinden (P24) yapılmış olan nispeten tanıdık bir viral kapsül görünümündedir. Dıştaki zarf ise daha karmaşık bir yapıdır. Bu zarfın ana iskeleti virüsün tomurcuklanarak koptuğu konaktan alınmış olan iki tabakalı lipidik yapıdır. Ancak bu yapı içinde gömülü durumda ve içe yönelmiş durumda bir çeşit protein (P17) ile dışa yönelik bir glikoprotein (GP120) de yer alır. HIV içine gireceği konak hücreyi, özellikle yardımcı T hücrelerinin CD4 proteinine bağlanan GP120 glikoproteini aracılığı ile bulur. HIV-1 retrovirüsü dört enzime sahiptir. Birinci ve ikinci enzimler, ters transkriptaz olarak birlikte görev yaparlar: polimeraz, tek iplikli RNA genomun komplementer bir DNA kopyasını çıkartır, bundan sonra RNAaz viral kalıbı komplementer DNA’dan ayırmak suretiyle polimerazın işini tamamlamasına yani HIV DNA’sını çift iplikli hale getirerek konak genomuna yerleşmeye hazır duruma getirmesine imkan verir. İçüncü enzim olan integraz, konak DNA’sını keser ve ardından parazit DNA’sını konağın genetik materyeli içine yerleştirir. Virüsün dördüncü enzimi olan proteazın fonksiyonu henüz araştırılmakta olan bir konudur.
Viral genomda, çalışma sistemleri henüz tam anlaşılamamış olan birkaç düzenleyici dizi mevcuttur. Görünüşte virüs tamamiyle lizojenik ya da yarı-litik bir fazda var olabilir; yarı-litik fazda olduğunda virüs, ağır bir tempoda kendi benzerlerini meydana getirir; fakat konak için hala karşı konulamaz durumda değildir. Bu virüsün de öteden beri bilinen diğer bazı virüsler gibi tamamen litik olan duruma geçmesi için konak hücreye bir şok ya da rahatsızlık vermesi ve örneğin onu bağışıklık cevabına itmesi gerekir. Virüs, hem bütün genomunu çoğaltarak hem de bazıları poligenik olan çeşitli mRNA’lar üreterek; zarf proteini olan GP120’nin, ‘P’ proteinlerinin ve integrazla proteazın yapılmasını temin eder. Proteinler, glikoproteinler ve RNA konak membranında biraraya gelir. Bu yapıda yalnızca GP120’ler dış ortama yönelmiş durumdadır. Membran yapısında yer alacak proteinler yeterince biriktiği zaman membran tomurcuklanmaya başlar ve sonunda proteaz poliproteinleri yapısal elemanlarına ayırır, böylece enzimler virüsle birlikte paketlenmeye hazır hale gelir ayrıca manto ve kapsit proteinleri de hazırlanır. Kapsit hazır duruma gelir gelmez virüs tomurcuğu ana yapıdan kopar ve yeni bir konağa bağlanmak üzere serbestleşir.
Virüsün Bağışıklık Sistemine Atağı
Başlangıçta, bağışıklık sistemi HIV’e karşı normal cevabını başlatır; yani B hücreleri uygun antikorları üretmeye, yardımcı T hücreleri cevabı güçlendirmeye ve makrofajlar serbest virüsleri ortadan kaldırmaya başlar. Fakat virüs yardımcı T hücrelerinin içine saklanarak makrofajlarca sindirilmekten kurtulurlar. Toplam T hücre populasyonunun (ortalama olarak) yaklaşık bir yıl normal kalmasına karşılık, infekte olan hücreler yavaş yavaş litik ya da yarı litik bir faza alınırlar. GP120 antijenleri T hücrelerinin yüzeyinde görünmeye başlayınca, bu konak hücreleri sitotoksik T hücreler ve doğal öldürücü hücreler tarafından yıkılırlar, fakat aslında bunun bir yararı yoktur. Zaman içinde sadece vücudun yardımcı hücre deposu tükenmeye başlamaz (infeksiyonu izleyen ilk üç yılda normal yardımcı hücre sayısı yüzde 25 azalır), aynı zamanda GP120’ler kana ve lenfe salınarak buralarda buldukları diğer yardımcı hücrelere bağlanırlar. Bu suretle aslında infekte edilmemiş olsa da yardımcı hücreler bağışıklık sisteminin saldırısına maruz kalır ve öldürülürler.
Daha da kötüsü infekte olmuş hücrelerin membranında beliren GP120, diğer T hücrelerine bağlanır; bu bağlanma sonunda tıpkı virüs zarfının konakla füzyona girmesi gibi, infekte hücrenin membranı bağladığı hücre ile birleşir. Düzinelerce hatta yüzlerce T hücresi bu füzyon olayının içine çekilir, sonuç hepsinin bir arada ölümüdür.
Bu ölüm ya öldürücü hücrelerce ya da sitotoksik hücrelerce gerçekleştirilir ya da bu hücreler füzyon sonucu o kadar büyür ve çok sayıda çekirdekli duruma gelirler ki normal fonksiyonlarını göstermeleri mümkün olmaz.
AIDS sinir sistemini de etkiler. Makrofajlar kan damarlarından sinir sistem içine girebilirler ve virüsler gibi buralarda kalırlar. HIV, nöronları sararak onları çevreden izole eden özel hücreleri (glia denen bu hücrelere HIV bağlanmasının nedeni bu hücrelerin GP120’ye bağlanabilen reseptörler taşımasıdır) infekte eder. Bu izolasyon hücreleri öldükçe nöronlar vasıtasıyla iletim yavaşlar ve etkinliği azalır. Virüsün yeni gliai hücreleri hedef olmasıyla iletimin kusursuzluğu azalır ve en sonunda `nöral iletim yanlışlıkları’ ortaya çıkar. Zaman geçtikçe her şey kötüden, daha kötüye gider. Kısa sürede yardımcı hücreler normalin yüzde 5’ine ya da daha da altına düşer ve herhangi basit bir infeksiyona bile çok zayıf bir cevap verilebilir.
AIDS hastaları genellikle infeksiyondan sonraki beş on yıl içinde ölürler ve ölüm nedenleri normal bir bağışıklık sistemi için ciddi bir tehdit oluşturmayacak basit infeksiyonlardır.
AIDS Epidemiyolojisi
AIDS’in nasıl yayıldığını araştıran çalışmalar, HIV geçişinin hemen daima bir bireyden diğerinin dolaşım sistemine kan ya da seminal sıvı yoluyla olduğunu göstermiştir. Bu nedenle hastalık, infekte kanın başkasına verilmesi, farklı bireylere aynı iğne ile injeksiyon yapılması ve anal yoldan cinsel birleşme yollarıyla süratle yayılır. Enfeksiyon riski daha düşük olmakla birlikte hastalık, vajinal yoldan cinsel birleşme ile de bulaşabilmektedir.
AIDS’in yayılmasında (ya da herhangi başka bir epidemide); enfeksiyona neden olan ajanın ortalama inkübasyon dönemi, infekte dönemin uzunluğu, temas sıklığı (bu hastalık için daha çok eş sayısı ve iğnelerin ortak kullanımı ) ve her karşılaşmada infeksiyonun hangi etkinlikte aktarıldığı önem taşır. Günümüzde bu bilgilerin büyük çoğunluğu Birleşik Devletler için tahmin edilebilmektedir. Eldeki verilere göre hastalığa ilk yakalanma anından ölüme kadar geçen süre yaklaşık ortalama sekiz yıldır (1992 yılında bu hastalığa yakalananların ölme oranı yüzde 100 idi) ve bu süre içinde taşıyıcı olanlar hastalığı yaymaya devam ederler. Hastalığın özellikle çok erken evresinde olanlarla geç evresinde olanlar hastalığı daha etkin biçimde yayarlar.
Amerika’da yaşayan eşcinsellerle, damar içi ilaç kullananlar arasında infeksiyon oranı özellikle San Francisco ve New York City gibi şehirlerde yaşayanlarda yüzde 70’lere çıkmaktadır; ortalama olarak infeksiyonu alan her birey bunu birkaç kişiye aktarmaktadır. Bireyler arası temas ihtimalinin daha düşük olduğu kalabalık olmayan şehirlerde, hastalığa yakalanması muhtemel birey sayısı düşük ve yayılım yavaştır. Birleşik Devletler’deki bulaşma oranı genel çerçevede bakıldığında düşmeye başlamıştır; çünkü yüksek-risk grubunun büyük çoğunluğu zaten infekte olmuş durumdadır; şu anda birkaç milyon Amerikalı ‘nın virüsü taşıdığı düşünülmektedir. Heteroseksüeller arasında hem bulaşma oranı hem de temas oranı daha düşüktür. Avrupa’daki ya Amerika’daki heteroseksüeller arasında bir epidemi ortaya çıkıp çıkmayacağı konusunda bugün için bir tahmin yapılamamaktadır: çünkü istatistiksel olarak epideminin ortaya çıkması ancak tipik bir taşıyıcının birden fazla bireyi infekte etmesi ile mümkün görünmektedir. Afrika’da HIV primer olarak heteroseksüeller arasında bulaşmaktadır ve risk eşeysel partner sayısı ile orantılıdır. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 1992 yılı itibariyle toplam 2.5 milyon olan (ve bu dekatın sonuna kadar 20 milyona ulaşması beklenen) AIDS ölümlerinin yaklaşık yüzde 60’ının Afrika’da meydana geldiğini tahmin etmektedir, ayrıca bu bölgede milyonlarca insan infekte durumdadır. Şu halde heteroseksüel bir epidemi olasılığı vardır. Eldeki veriler, HIV’in Afrika’da baskın olan türünün diğer tiplere kıyasla daha kolay bulaşma özelliğine sahip olduğunu göstermektedir; bununla birlikte, virüsün bulaşma oranı 1.0’m biraz üzerinde olsa bile epidemi kaçınılmazdır.
Kaynakça:
https://www.sciencedirect.com
Yazar: Taner Tunç