Bilgiustam
Bilgiyi ustasından öğrenin

Günümüzün En Büyük 25 Çevre Sorunu

0 32

Çevre sağlıklı olmadığında, yaşayan her şey zarar görür. Ne yazık ki Sanayi Devrimi, kapitalizm ve fosil yakıtlara bağımlılık gibi unsurlar dünyaya ciddi zararlar vermiştir. Acil eyleme ihtiyaç vardır ve Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri iklim eylemi gibi öncelikleri içerse de dünyanın büyük bir kısmı yeterince hızlı hareket etmemektedir. Pek çok insan iklim değişikliğinin farkında olsa da, belirli nedenleri ve etkileri hakkında az bilgi sahibidir. Bu yazıda günümüzde dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük 25 çevre sorunu ele alınmıştır.

Günümüzün En Büyük 25 Çevre Sorunu

1-Karbon Kirliliği
Bilim insanlarına göre atmosferdeki karbon emisyonu (salınımı) miktarı 12 milyon yıldır görülmemiş seviyelerdedir. Karbondioksit ve diğer sera gazları ısıyı hapseder ve gezegeni daha sıcak hale getirir yani küresel ısınmaya neden olur. Atmosferdeki karbondioksit iki ana kaynaktan gelir, bunlar doğal yollar ve insan faaliyetleridir. Atık ürün olarak solunum sonucu karbondioksit açığa çıkaran hayvanların çoğu doğal karbondioksit kaynakları arasında yer alır. Karbondioksit emisyonlarına yol açan insan faaliyetleri öncelikle kömür, petrol veya doğal gazın (fosil yakıtların) yakılması da dahil olmak üzere enerji üretiminden kaynaklanmaktadır. Pek çok gelişmiş ülke sürdürülebilir enerjiye geçiş yönünde adımlar atmış olsa da, dünyanın çoğunluğu endüstrilerine güç sağlamak için hâlâ fosil yakıtlara güvenmektedir. Sanayi Devrimi öncesinde emisyonların çok düşük iken, emisyonlardaki artış 20. yüzyılın ortalarına kadar hâlâ nispeten yavaş kalmıştır. 1950’de dünya 6 milyar ton CO2 salmıştır. 1990’a gelindiğinde bu rakam neredeyse dört katına, 20 milyar tonun üzerine çıkmıştır. Emisyonlar hızla artmaya devam etmektedir. Şu anda her yıl 35 milyar tonun üzerinde emisyon yayılmaktadır. Emisyon artışı son birkaç yılda yavaşlamıştır ancak henüz istenilen düzeye ulaşmamıştır. Atmosferdeki artan karbondioksit konsantrasyonlarının bir başka nedeni de ormanların yok edilmesidir. Dünyanın birçok yerinde emisyonlar hâlâ artmaktadır. Ancak son yıllarda pek çok ülke emisyonlarını azaltmayı başarmıştır. Temiz teknoloji de denilen uygun fiyatlı düşük karbon teknolojileri sayesinde diğer ülkeler, zengin ülkelerin geçmişte izlediği yüksek karbon yolu olmadan yaşam standartlarını yükseltebilirler.
2-Artan Küresel Sıcaklıklar
İnsanların faaliyetlerinden kaynaklanan karbondioksit ve diğer sera gazları emisyonları küresel sıcaklık artışının başlıca etkenleridir. Sıcaklıkların artışı dünyada çeşitli felaket olaylarının da sebebidir. NASA’ya göre, dünyadaki ortalama küresel sıcaklık 1880’den bu yana en az 1 santigrat derece artmıştır. 2023 yılı, küresel ortalama sıcaklıkları bakımından sanayi devrimi öncesindeki seviyelerin 1,46 santigrat derece üzerine çıkarak en sıcak yıl olarak kaydedilmiştir. Birkaç derece çok önemli görünmeyebilir, ancak ortalama küresel sıcaklıklardaki artışlar, yerel sıcaklık dalgalanmalarından farklıdır. NASA’nın açıkladığı gibi, tüm dünyayı (tüm okyanusları, atmosferi ve tüm kara kütlelerini içeren) yalnızca bir derece bile ısıtmak için çok büyük miktarda ısı gerekir. Daha sıcak bir dünya daha kötü fırtınalar, sıcak hava dalgaları, kuraklıklar ve seller anlamına gelir. Islak alanlar daha ıslak, kuru alanlar daha kuru hale gelir. Bu da daha fazla felaket, daha fazla çevresel yıkım ve daha fazla ölüm demektir.
3-İklim Değişikliği ve Küresel Etki
İklim değişikliği çağımızın en kritik çevresel sorunlarından biridir. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı (özellikle karbondioksit) emisyonları, günümüzde yaşanan küresel iklim değişikliğinin temel nedenidir. İklim değişikliğinin sonuçları geniş kapsamlıdır ve dünyanın her köşesini etkilemektedir. Artan sıcaklıklar buzulların erimesine neden olarak deniz seviyesinin yükselmesine yol açmakta ve kıyı komünitelerini tehdit etmektedir. Kasırgalar, kuraklıklar ve sıcak hava dalgaları gibi aşırı hava olayları daha sık ve şiddetli hale gelerek geniş çapta yıkıma neden olmaktadır. Ayrıca, iklim değişikliği ekosistemleri bozarak türlerin göç etmesine ve doğanın hassas dengesinin değişmesine yol açmaktadır. Tarımsal üretkenlik ve dünya çapında milyonlarca insanın gıda güvenliği etkilemektedir.
İklim değişikliği ırk, cinsiyet ya da sınıf farkı gözetmez, ancak bazı ülkeleri diğerlerinden daha fazla etkiler. En az kirleten ülkeler olmalarına rağmen, dünyanın en yoksul ülkeleri iklim değişikliğinin en yıkıcı etkilerine maruz kalmaktadır. Dünyadaki sera gazı emisyonlarının sadece %1’ine katkıda bulunan Pakistan buna iyi bir örnektir. 2022 yazında ülkenin 1/3’ün sular altında bırakan sel felaketi yaşanmıştır.1.700’den fazla insan ölmüş, milyonlarca insan evini kaybetmiş ve 4 milyon dönümden fazla ekin ve meyve bahçesi zarar görmüştür. İklim değişikliğinin en kötü etkilerini yaşayan Afrika kıtasının tamamı, sera gazı emisyonlarının sadece % 3,8’inden sorumludur. Pek çok kişi, iklime verilen zararın bedelini en büyük kirleticilerin ödemesinin adil olduğuna inanmaktadır. İklim değişikliğinin en kötü etkilerinden kaçınmak için dünyanın acilen emisyonları azaltması gerektiği yaygın olarak kabul edilmektedir. Ancak bu sorumluluğun bölgeler, ülkeler ve bireyler arasında nasıl paylaşıldığı uluslararası tartışmalarda bitmek bilmeyen bir tartışma konusu olmuştur.

4-Kuraklık
Kuraklık, bir bölgeye uzun süre yeterli yağmur yağmadığında ortaya çıkar. Dünyanın birçok bölgesi şu anda kuraklık ve sıcak hava dalgalarından muzdariptir. Birkaç mevsim boyunca yağmur yağmayan Somali’de kuraklık 2022 yılında 43.000 kişinin ölümüne yol açmıştır. Batı Amerika Birleşik Devletleri’ni etkileyen bir “mega kuraklık”, bölgede son 1.200 yılın en kurak 20 yılının yaşanmasına neden olmuştur. Etkileri önümüzdeki yıllarda da sürecektir. Hindistan’da 2023 yılında 50 santigrat derecelik rekor sıcaklıklar yaşanmış ve bu durum, en çok etkilenen bazı bölgelerde su kıtlığına ve sıcak çarpmasına bağlı ölümlere yol açmıştır. İklim değişikliği kuraklığın büyük bir itici gücüdür, bu nedenle iklim değişikliği kötüleştikçe kuraklık da artacaktır.
5-Su Kıtlığı
Dünyadaki suların sadece % 3’ü tatlı su halindedir ve bunun da üçte ikilik kısmı donmuş olan buzullarda saklı durumdadır, herhangi bir şekilde kullanıma açık değildir. Tatlı suların sadece 1/3’’ü insanlar için kullanılabilir durumdadır. Birleşmiş Milletler (BM) raporuna göre 2 milyar kadar insan temiz, güvenli içme suyuna, yaklaşık 3,6 milyar insan ise yeterli sanitasyona (mikroorganizmalardan arındırılmış gıda vb.) erişememektedir. 2,7 milyar kadar insan yıl içinde en az bir ay su kıtlığı yaşamaktadır. Kuraklık, kötü tarımsal yönetim ve kirlilik gibi etkenler su kıtlığını daha da kötüleştirmektedir. İçilebilir su kıtlığı insan sağlığını tehdit etmekte ve aynı zamanda dünyanın bazı bölgelerinde sivil huzursuzluklara yol açmaktadır. Bilim insanları 2025 yılına kadar dünyadaki insanların üçte ikisinin su kıtlığı ile karşılaşabileceğini düşünmektedir.
6-Okyanusların Isınması
Dünyadaki okyanuslar da atmosferdeki sera gazlarından gelen ısıyı emdikleri için iklim değişikliğinin yükünü taşımaktadır. Okyanusun yüzey sıcaklığı 1900’lerden bu yana her on yılda bir ortalama 0,13 santigrat derece artmıştır. Isınan okyanus, mercanlar da dahil olmak üzere deniz yaşamı için bir tehdit oluşturmaktadır. Bunun insanlar açısından gıda güvenliği ve geçim kaynakları açısından da olumsuz sonuçları vardır. Ayrıca artan okyanus sıcaklıkları deniz suyunun genişlemesine de neden olarak kıyı kömüniteleri ve özellikle Pasifik Okyanusu’nda bulunan alçak adalar ve ülkeler için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
7-Buzulların Erimesi ve Deniz Seviyesinin Yükselmesi
Deniz seviyelerindeki yükselme önemlidir çünkü fırtınalar daha iç kesimlere doğru ilerleyebilir ve daha kötü su baskınlarına neden olabilir. Bu, yollar, köprüler, su kaynakları, atık depolama alanları ve daha fazlası gibi kıyı altyapılarının yanı sıra insan ve yaban hayatı yaşamını da riske atmaktadır. Örneğin, 2019 yılı nisan ayında İngiliz Antarktika Araştırması, Antarktika’da (Güney kutbunda) bulunan dünyanın en büyük ikinci imparator penguen kolonisinin, üzerinde bulundukları buz tabakasının çökmesinin ardından bir gecede ortadan kaybolduğunu bildirmiştir. Deniz seviyesindeki yükselişe öncelikle okyanusların ısınması, buzulların ve buz tabakalarının erimesi neden olur. Her iki kutuptaki buz tabakaları da son 20 yılda (son 10.000 yılla karşılaştırıldığında) çok daha hızlı bir şekilde erimektedir. Grönland buz tabakalarının daha hızlı eriyor olması Kuzey Kutbu’nda deniz suyu seviyelerinin yükselmesi bakımından risk oluşturmaktadır. Uydu verilerine göre, Grönland buz tabakası 2019 yılında rekor miktarda (yıl boyunca dakikada ortalama bir milyon ton) buz kaybetmiştir. Bu durum oldukça endişe vericidir. Şimdilik pek mümkün görünmese de Grönland buz tabakasının tamamının erimesi halinde deniz seviyesi altı metre yükselebilir. Antarktika kıtasının deniz seviyesinin yükselmesine olan katkısı yılda yaklaşık 1 milimetredir. Bu da su seviyesindeki yıllık küresel artışın üçte birlik kısmına karşılık gelir. 2023 verilerine göre kıta, 1997’den beri yaklaşık 7,5 trilyon ton miktarınca buz kaybetmiştir. Küresel olarak denizler şu anda yılda ortalama 3,2 mm yükselmektedir ve bu yüzyılın sonuna kadar yaklaşık 0,7 metreye kadar yükselişe devam edecektir.
Araştırmacılar bu yüzyılda deniz seviyesinin yükselmesi ile çok sayıda insanın yaşadığı kıyı bölgelerinin sular altında kalabileceğini, orada yaşayanların güvenli başka bölgelere göç etmek zorunda olabileceğini, dolayısıyla gittikleri bölgelerde nüfus artışına ve kaynakların zorlanmasına sebep olabileceğini belirtmektedir. Bangkok (Tayland), Ho Chi Minh Şehri (Vietnam), Manila (Filipinler) ve Dubai (Birleşik Arap Emirlikleri), deniz seviyesinin yükselmesi ve su baskını riski en fazla olan şehirlerarasındadır.
8-Hızlı Kentleşme ve Habitat Parçalanması
Hızlı nüfus artışı genellikle kentleşmeye yol açmakta, bu da kentsel ısı, ısı adaları, doğal yaşam alanlarına insan müdahalesi, sel ve hava kirliliği gibi çeşitli çevre sorunlarına neden olmaktadır. Şehirlerin ve kentsel alanların hızla genişlemesi, peyzajları yeniden şekillendirmiş ve çevre için önemli zorluklar ortaya çıkarmıştır. Doğal habitatlar (yaşam alanları) yollar, binalar ve altyapı nedeniyle parçalanıp izole edildiğinden, kentleşme doğal alanların küçülmesine, habitat parçalanmasına yol açmaktadır. Bir zamanlar çeşitli ekosistemlerde gelişen türler, parçalanmış ve değiştirilmiş ortamlara uyum sağlamakta zorlanmaktadır. Kentsel alanların büyümesi tarım arazilerinin kaybına, yaban hayatı doğal yaşam alanlarından uzaklaşarak biyolojik çeşitliliğin azalmasına, insanlar ile hayvanlar arasında potansiyel çatışmalara ve iklim değişikliği ile yaban hayatından kaynaklanan patojenlere maruz kalmaya yol açmaktadır.
9-Sanayileşme ve Hava Kirliliği
Günümüzün bir başka büyük çevre sorunu dış ortam hava kirliliğidir. Sanayileşmenin hızlı yükselişi şüphesiz ekonomik büyümeyi ve teknolojik ilerlemeleri körüklemiştir. Ancak, aynı zamanda önemli bir çevre sorunu olan hava kirliliğine de yol açmıştır. Endüstriyel faaliyetler, partikül madde, nitrojen oksitler, kükürt dioksit ve uçucu organik bileşikler dahil olmak üzere çok çeşitli zararlı kirleticiler yaymaktadır. Bu kirleticiler yalnızca hava kalitesini bozmakla kalmaz, aynı zamanda sis ve asit yağmurlarının oluşmasına da katkıda bulunur. Asit yağmuru toprağa, su kütlelerine ve bitki örtüsüne zarar vererek uzun vadeli ekolojik hasara neden olabilir. Kimyasalların veya zararlı parçacıkların havaya girmesiyle ortaya çıkan hava kirliliği, araba ve uçak emisyonları, sigara dumanı, orman yangını dumanı vb. gibi etkenlerden de kaynaklanır. Düşük-orta gelirli ülkeler hava kirliliği nedeniyle en fazla ölümün yaşandığı ülkelerdir. Hava kirliliğinin sonuçları ağırdır ve hem insan sağlığını hem de çevreyi (aynı zamanda hayvanları ve bitkileri) etkiler. Solunum sorunları, kalp-damar hastalıkları ve diğer sağlık sorunları, kirlilik seviyesinin yüksek olduğu bölgelerde daha yaygın hale gelmektedir. Hava kirliliğinin sağlık üzerindeki olumsuz etkileri o kadar büyük ve yaygındır ki, Dünya Sağlık Örgütü bunu dünyanın en büyük çevresel sağlık tehdidi olarak nitelendirmiştir.
Araştırmalar 2019 yılında küresel ölümlerin %11,6’sına iç ve dış ortam kirliliğinin neden olduğunu göstermektedir. Avrupa’da, Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) tarafından yayınlanan bir rapor, 2021 yılında Avrupa Birliği’nde yaşayan yarım milyondan fazla insanın doğrudan zehirli (toksik) kirleticilere maruz kalmayla doğrudan bağlantılı sağlık sorunları nedeniyle öldüğünü ortaya koymuştur. 2023 yılında yapılan bir araştırmaya göre, dünyanın en kirli bölgelerinden biri olan Güney Asya’daki hava kirliliği, ortalama yaşam süresini yaklaşık 5 yıl kısaltmaktadır. Hava kirliliği nedeniyle küresel çapta kaybedilen yaşam yıllarının yaklaşık %92,7’sine katkıda bulunan Asya ve Afrika’daki çoğu ülke, yeterli politikalar geliştirmek için gereken temel hava kalitesi standartlarından yoksundur. Ayrıca, iki kıtadaki hükümetlerin sırasıyla yalnızca %6,8 ve %3,7’si vatandaşlarına tamamen açık hava kalitesinde veri sağlamaktadır.
10-Tarımsal Uygulamalar ve Toprağın Bozulması
Sağlıklı toprak, geçim kaynaklarını desteklemek ve gıda yetiştirmek için gereklidir, ancak toprak birçok amaca hizmet eder. Suyu filtreler, selleri önlemeye yardımcı olur, tıpta kullanılan organizmaları (penisilin gibi) içerir, bitki ve hayvanların biyolojik çeşitliliğini destekler. Modern tarım şüphesiz artan küresel nüfusun beslenmesine olanak sağlar, ancak aynı zamanda değerli topraklara da zarar verir. Yoğun pestisit ve gübre kullanımı, monokültür ve aşırı otlatma gibi yoğun tarım uygulamaları asitleşmeye, topraktaki besin maddelerinin tükenmesine, toprağın bozulmasına ve biyoçeşitlilik kaybına yol açar. Sürdürülebilir olmayan tarım uygulamalarının doğrudan bir sonucu olan toprak erozyonu (su ve/veya rüzgar kaynaklı), verimli üst toprağın kaybıyla sonuçlanmaktadır. Sonuç olarak toprak kalitesi düşerek mahsul verimliliğini ve ekosistemlerin genel sağlığını etkiler. Ayrıca kimyasal gübre ve pestisitlerin (tarım ilaçlarının) aşırı kullanımı su kirliliğine yol açmaktadır. Bu kimyasallar nehirlere, göllere ve yer altı sularına sızarak suda yaşayan canlılar üzerinde zararlı etkilere neden olmakta ve insan sağlığı açısından risk oluşturmaktadır.
Birleşmiş Milletler’e göre yeryüzündeki toprakların yaklaşık %40’ı bozulmuş durumdadır. Dünya genelinde 820 milyondan fazla insan yeterince beslenememektedir. Dikkatsiz uygulamalar değiştirilmez ve toprak sağlığının korunması için adımlar atılmazsa 20 yıl içinde 9,3 milyara ulaşması beklenen dünya nüfusuna rağmen % 40 daha az gıda üretileceği tahmin edildiğinden, dünyadaki milyarlarca insanın gıdaların güvenliği geri dönülemez bir şekilde tehlikeye girecektir. Acil önlem alınmazsa daha acil bir durumun yaklaşmakta olduğu giderek daha açık hale gelmektedir. Bu nedenle ülkeler gıda sistemlerini yeniden gözden geçirmeye çağrılmakta ve daha sürdürülebilir tarım uygulamaları teşvik edilmektedir.
11-Gıda Kaybı ve İsrafı (GKİ)
İnsan tüketimine yönelik gıdaların üçte biri (1,3 milyar tona yakın kısmı) israf edilmektedir. Bu miktar 3 milyar kadar insanı beslemeye yeterlidir. Yıllık sera gazı emisyonlarının yaklaşık dörtte birini gıda israfı oluşturmaktadır. Gıda kaybı ve israfı gelişmekte olanlar ile gelişmiş ülkelerde birbirinden farklı aşamalardadır. Gelişmekte olan ülkelerdeki israfın yaklaşık % 40’ı hasattan sonra ve işleme aşamalarında meydana gelirken, gelişmiş olan ülkelerde tüketici ve parekende seviyelerinde gerçekleşmektedir. Perakende seviyesindeki israfın nedenlerinin çoğu estetik kaygılardır. Çöpe giden ürünlerin yarısından fazlası ( 60 milyon tona yakın sebze ve meyve) tüketicilerin almayacağı kadar kötü görünümde oldukları için atılmaktadır. Bu durum, gıda güvensizliğinin sebebidir.
12-Orman Yangınları
Sıcak ve kurak yaz ayları, kontrol altına alınmadığı takdirde yüz binlerce dönümlük alana yayılabilen orman yangınlarına yol açmasıyla ünlüdür. Orman yangınları güneşin ısısı ya da bir kıvılcım gibi basit bir nedenle başlayabilse de büyük çoğunluğu sigara içmek, kamp ateşi yakmak ve hatta kundakçılık gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Orman yangınlarının çevre üzerindeki etkileri çeşitlidir, hava kirliliği, yaban hayatı kaybı ve orman örtüsü kaybını içerir.
13-Ormanların Kaybı
Ormanlar sadece karbon tutmaz toprak erozyonunu da önler çünkü ağaçların kökleri toprağı bağlayarak toprağın uzaklaşmasını, bu da toprak kaymalarını önler. Dünya Bankası’na göre, Dünya’da 1990’dan bu yana 1,3 milyon kilometrekarelik orman kaybı yaşanmıştır; bu, yaklaşık olarak Güney Afrika büyüklüğünde bir alana karşılık gelir. Ormanların yok edilmesi ya da ormansızlaştırma, ormanlık alanların kasıtlı olarak temizlenmesidir. Tarih boyunca ve modern zamanlarda ormanlar tarıma ve hayvan otlatmaya yer açmak, yakıt, imalat ve inşaat için odun elde etmek amacıyla yerle bir edilmiştir. Ormansızlaşma dünya çapında manzaraları büyük ölçüde değiştirmiştir. Yaklaşık 2000 yıl önce Batı Avrupa’nın yüzde 80’i ormanlarla kaplıyken; bugün bu rakam yüzde 34’tür. Kuzey Amerika’da kıtanın doğu kısmındaki ormanların yaklaşık yarısı 1600’lerden 1870’lere kadar kereste ve tarım için kesilmiştir. Çin, son 4000 yılda ormanlarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir ve şu anda bu alanın sadece yüzde 20’sinden biraz fazlası ormanlarla kaplıdır. Dünyadaki bir zamanlar orman olan yerlerin çoğu şu an tarım arazisidir. Ormanlara giden yolların inşa edilmesi veya iyileştirilmesi, onları kullanım için daha erişilebilir hale getirir. Kes ve yak tarımı tropik bölgelerdeki ormansızlaşmaya büyük katkıda bulunur. Bu tarım yöntemiyle çiftçiler geniş orman alanlarını yakarak külün araziyi mahsul için gübrelemesine olanak tanımaktadır. Ancak toprak yalnızca birkaç yıl verimli olur ve sonrasında çiftçiler aynı işlemi başka bir yerde tekrarlar. Tropikal ormanlar aynı zamanda ağaç kesimi, sığır yetiştiriciliği, palmiye yağı ve kauçuk ağacı tarlalarına yer açmak için temizlenir. Ormanların kaybı atmosfere daha fazla karbondioksit salınmasına neden olabilir. Bunun nedeni ağaçların fotosentez için havadan karbondioksit alması ve karbonun kimyasal olarak odunlarında hapsedilmesidir. Ağaçlar yakıldığında karbon tutulamayacağı için atmosfere karbondioksit olarak geri döner. Karbondioksiti alacak ağaç sayısının azalması, bu sera gazının atmosferde birikmesine ve küresel ısınmayı hızlandırmasına neden olur. Ormanların yok olması aynı zamanda dünyanın biyolojik çeşitliliğini de tehdit etmektedir. Tropikal ormanlar çok sayıda hayvan ve bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır. Ormanlar kesildiğinde veya yakıldığında bu türlerin çoğunun neslinin tükenmesine neden olabilir. Bazı bilim insanları dünyanın halihazırda kitlesel bir yok oluş döneminin ortasında olduğunu söylemektedir. Daha da önemlisi, bir ormandaki ağaçların kaybı, toprağı erozyona daha yatkın hale getirebilir. Bu, ormanın kapalı, nemli bir ortamdan açık ve kuru bir ortama dönüşmesiyle birlikte kalan bitkilerin yangına karşı daha savunmasız hale gelmesine neden olur.
Ormansızlaşmanın en fazla olduğu ülkeler Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Brezilya ve Endonezya’dır. Güney Amerika kıtasının % 40’a yakın bir kısmını kaplayan, 6,9 milyon kilometrekareye yakın (2,72 milyon mil kare) alanıyla dünyanın en büyüğü olan Amazon yağmur ormanlarındaki ekosistemlerde biyolojik çeşitlilik de fazla olup yaklaşık üç milyon bitki ve hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Orman alanlarını koruma çabalarına rağmen, yasal ormansızlaşma hala yaygındır ve küresel tropik ormansızlaşmanın yaklaşık üçte biri Brezilya’nın Amazon ormanlarında meydana gelmektedir ve bu da her yıl 1,5 milyon hektara tekabül etmektedir. Ormanların kaybı engellenemezse 100 yıla yakın bir süre içinde tamamının yok olma ihtimali vardır. FAO’nun (Gıda ve Tarım Örgütü) 2022 orman raporuna göre sürdürülebilir orman yönetimi, yerel aktörlerin güçlendirilmesi ve geri kazanımın finanse edilmesi gibi adımlar ormansızlaşmanın durdurulması için elzemdir. Örneğin Kuzey Amerika’da birçok bölgedeki ormanlar koruma çabaları sayesinde geri dönmektedir.

Günümüzün En Büyük 25 Çevre Sorunu

14-Aşırı avlanma ve Deniz Ekosisteminin Tükenmesi
Aşırı avlanma okyanus türlerinin, avlanan yaban hayatının kendini yenileme kapasitesini aşan oranlarda avlanmasıdır. Çoğu insan 50 yıl öncesine göre yaklaşık olarak iki kat fazla gıda tüketmektedir ve dünyada yaşayan insan sayısı 1960’ların sonuna göre dört kat daha fazladır. Bu, ticareti yapılan balıkların %30 kadarının aşırı avlanmasına neden olan etkenlerden biridir. Deniz ürünlerine yönelik artan talebin yol açtığı aşırı avlanma, deniz biyoçeşitliliği ve deniz ekosistemlerinin hassas dengesi için ciddi bir tehdit oluşturmakta, besin zincirleri bozularak av-avcı ilişkilerinde dengesizliklere yol açmakta ve tüm ekosistemi etkilemekte, hedef dışı av olarak bilinen pek çok tür kasıtsız olarak yakalanmakta ve israf edilmektedir. Ayrıca gıda güvensizliği, mercan ölümü ve balıkçılık sektöründeki insanlar için iş kaybı gibi sorunlara neden olmaktadır.
Birleşmiş Milletler’in 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH 14) kapsamında FAO (Gıda ve Tarım Örgütü) ve BM, balık stoklarının oranını sürdürülebilir seviyelerde tutmak için çalışmaktadır. Ancak bu çabaların başarılı olabilmesi için, dünya okyanuslarında halihazırda yürürlükte olanlardan çok daha sıkı düzenlemelerin uygulanması gerekmektedir. Yakıt, balıkçılık malzemeleri ve yeni gemilerin inşası için verilen sübvansiyonlar (karşılıksız destekler) aşırı avlanmaya teşvik etmekte ve büyük bir sorun teşkil etmektedir. Bu nedenle Temmuz 2022’de Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ veya WTO), tarihi bir anlaşmayla küresel aşırı avlanmayı azaltmak için balıkçılık sübvansiyonlarını ya da teşvik edici fonları yasaklamıştır.
15-Plastik Kirliliği
Çevrecileri alarma geçiren bir diğer kriz de plastik kirliliğidir. Dünyanın her dakika bir milyon plastik şişe tükettiği tahmin edilmektedir. Dünyada 1950 yılında yılda yaklaşık 2 milyon tondan daha fazla plastik üretilmiştir. Bu rakam 2015 yılında 419 milyon tona yükselmiş ve çevrede plastik atıkların daha da artmasına neden olmuştur. Ne yazık ki, kullanılan plastiklerin geri dönüştürülme oranı yalnızca yüzde 9’dur. Geri kalanı çöp sahalarında ya da yakma fırınlarında çürümeye terk edilmekte ve her iki durumda da sera gazı emisyonlarına katkıda bulunmaktadır. Plastikler çöpe atıldığında yok olmaz; giderek daha küçük parçalara ayrışır. Mikroplastik olarak bilinen bu küçük parçalar suda, toprakta, havada ve hatta insan kanında bulunmuştur. Bir araştırma, insanların haftalık ortalama 5 gram (kredi kartı büyüklüğünde) mikroplastik tükettiğini ortaya çıkarmıştır. İnsanlar üzerindeki sağlık etkileri net değildir, ancak hayvan yaşamına zarar verdiği belgelenmiştir. Plastiğin doğada ayrışmasının 400 yılı bulduğu göz önüne alınırsa, varlığının sona ermesi için pek çok nesil geçmesi gerektiği açıktır. Plastik kirliliğinin uzun vadede çevre üzerinde ne gibi geri dönülmez etkiler oluşturacağını söylemek zordur.
Plastiğin, özellikle de tek kullanımlık ürünlerin çoğalması, özellikle mikroplastiklerin ve plastik çöplerin okyanusları ve su yollarını kirlettiği yönündeki haberler ışığında, özellikle endişe vericidir. Bilim dergisi Nature’nin hazırladığı bir rapor, şu anda bir yılda yaklaşık olarak 14 milyon ton plastiğin okyanuslara karışıp habitatlar ve buralarda yaşayan çeşitli hayvanlar için zarar verici olduğunu belirlemiştir. Araştırma, herhangi bir önlem alınmazsa plastik krizinin 2040 yılına kadar her yıl 29 milyon metrik tona, mikroplastikler de dahil edilirse, okyanuslarda biriken plastik miktarının 600 milyon tona ulaşabileceğini ortaya koymuştur. Plastiğin toplanması, sınıflandırılması ve geri dönüştürülmesi şirketler için pahalıyken, yeni plastik üretmek ucuzdur. Plastikle başa çıkmak (ve ilk etapta plastik kullanımını azaltmak) önemli bir çevre sorunudur.
16-Atık Üretimi ve Uygun Olmayan Atık Yönetimi
Modern dünyanın tüketim odaklı yaşam tarzı, atık üretiminde endişe verici bir artışa yol açarak çevre açısından acil bir sorun yaratmıştır. Dünya Bankası’na göre, her yıl yaklaşık 2,01 milyar ton kentsel katı atık çöpe atılmaktadır. Bunun en az %33’ü çevre göz önünde bulundurularak yönetilmemektedir. Atıklar, gaz toplama sistemleri olmayan çöplüklerde bekletildiğinde yaklaşık 1,6 milyar ton karbondioksit üretebilir. Plastik ambalajlardan elektronik atıklara kadar, atıkların uygunsuz şekilde bertaraf edilmesi dünya için önemli riskler oluşturmaktadır. Çöp depolama alanlarına atılan atıklar sera gazları üreterek iklim değişikliğine katkıda bulunur. Uygun şekilde yönetilmeyen atıklar aynı zamanda zararlı maddelerin toprağa sızmasına ve su kaynaklarının kirlenmesine neden olarak biyolojik çeşitliliği ve insan sağlığını daha da etkileyebilir. Kanada’nın da aralarında bulunduğu bazı gelişmiş ülkeler, tonlarca geri dönüştürülebilir ve geri dönüştürülemez atıklarını Malezya, Endonezya ve Filipinler gibi gelişmekte olan ülkelere gönderdikleri için eleştirilere maruz kalmaktadır. Nüfus arttıkça atıkların sorumlu bir şekilde yönetilmesi daha da önemli hale gelecektir.
17-Çevresel Irkçılık
Kirlilik ve atıkların uygunsuz şekilde bertaraf edilmesi gibi etkenlerin etkileri eşit şekilde dağılmamaktadır. Araştırmalar ırkın genellikle bir faktör olduğunu göstermektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde Siyah ve Hispanik Amerikalılar ürettiklerinden %56-63 daha fazla kirliliğe maruz kalmaktadır. Siyah Amerikalıların atık üreten tesislerin yakınında yaşama olasılığı %75 daha fazladır; bu da kurşun, arsenik ve cıvaya maruz kalma oranını artırmaktadır. Louisiana’da “Kanser Sokağı” olarak bilinen bir bölgede yaşayanlar (çoğunlukla siyahiler) kimyasal tesisler ve petrol rafinerileri ile iç içe yaşamaktadır. Kanser riski ulusal ortalamanın oldukça üzerindedir. Çevre sorunları ele alınırken ırkçılık göz ardı edilemez.
18-Moda Endüstrisi ve Tekstil Atıkları
Modaya ve giyime yönelik küresel talepteki artış nedeniyle moda endüstrisi küresel karbon yayılımının %10’undan sorumlu tutulmakta, tekstil atıkları önemli bir çevre sorunu haline gelmektedir. Moda tek başına, denizcilik ve havacılık sektörlerinin toplamından daha çok sera gazı yayılımına ve dünya çapındaki atık suların yaklaşık %20’sine ya da tekstil boyamadan kaynaklanan emisyonun 93 milyar metreküp kadarına sebep olmaktadır. Dahası, dünyada üretilen tekstil atıkları her yıl tahmini olarak 92 milyon tondur ve bu rakamın önümüzdeki 5 veya 6 yıl içinde yılda 134 milyon ton civarına yükselmesi beklenmektedir. Çoğu biyolojik olarak parçalanamayan atılmış giysi ve tekstil atıkları çöp sahalarında son bulurken, naylon, polyester, poliamid, akrilik ve daha başka sentetik malzemeler gibi giyim malzemelerinden kaynaklanan mikroplastikler toprağa ve yakındaki su kaynaklarına sızmaktadır. Dünyanın en kurak çölü olan Şili’nin Atacama bölgesinde diğer ülkelerden gelen en az 39.000 ton tekstil atığının çürümeye terk edilmesinde görüldüğü gibi, devasa miktarlarda giysi tekstili daha az gelişmiş ülkelere atılmaktadır. Hızla büyüyen sorun, şirketlerin en son ve yeni trendleri karşılamak için kalitesi düşük malzemelerle üretilen giysilerin hızlı ve ucuz üretimine dayandığı, sürekli genişleyen hızlı moda iş modeli ile daha da kötüleşmektedir. Birleşmiş Milletler İklim Eylemi için Moda Endüstrisi Şartı, sözleşmeyi imzalayan tekstil ve moda şirketlerinin önümüzdeki 25 yıl içinde net sıfır emisyona ulaşmayı taahhüt etmelerini öngörürken, dünya genelindeki işletmelerin çoğu iklim değişikliğindeki rollerini henüz üstlenmemiştir.
19-Mercan Beyazlaması ve Mercan Ölümleri
Küresel sıcaklıktaki artış sadece yeryüzünü etkilemekle kalmamıştır, okyanus asitlenmesine de neden olmuştur. Okyanus hassas bir pH değerine sahiptir, ancak atmosferdeki C02 miktarı arttıkça okyanusta da artmıştır. Okyanuslar, atmosfere yayılan karbondioksitin %30’a yakınını emmektedir. Fosil yakıtların kullanılması gibi insan faaliyetleri ve küresel iklim değişikliklerinden kaynaklanan orman yangınlarındaki artışlar gibi etkiler nedeniyle karbon emisyonları daha yüksek konsantrasyonlarda açığa çıktıkça, okyanus daha fazla C02 emdikçe, karbonat iyonlarını yok eden ve deniz suyunu daha asidik hale getiren kimyasal bir reaksiyon meydana gelir. Suyun pH derecelerindeki değişimler çok küçük bile olsa okyanus sularının asitlenmesi bakımından önemlidir. Asitlenme durumu denizlerdeki ekosistemler, türler ve besin ağları üzerinde yıkıcı etkiye sahiptir, habitat kalitesinde geriye dönüşü olmayan değişikliklere neden olur. İstiridye, deniztarağı ve mercan gibi organizmalar, kabuklarını ve iskeletlerini oluşturmak için karbonat iyonlarına ihtiyaç duydukları için zarar görürler. Suyun pH seviyesi çok düştüğünde (asitleştiğinde) deniz organizmalarının, mercan resiflerinin kabuk ve iskeletleri çözünebilir. Bu durumda iskeletlerin yeniden oluşması, kendilerini onarma, yenileme ve mercan beyazlamasından kurtulma becerileri azalır.
Mercanlar, okyanuslardaki deniz biyoçeşitliliğinin sürdürülmesi için hayati öneme taşımaktadır. Sağlıklı mercan resifleri aynı zamanda Alzheimer, kanser, ülser ve daha fazlasını tedavi eden farmasötik bileşiklerin hayati kaynaklarıdır, ancak okyanus asitlenmesinden kaynaklanan en büyük çevresel sorunlardan biri mercanların beyazlaması veya ağarmasıdır. Mercan ağarması yükselen okyanus sıcaklıklarının resifler ve içinde yaşayan algler arasındaki simbiyotik ilişkiyi bozarak algleri uzaklaştırması ve mercan resiflerinin doğal canlı renklerini kaybetmesine neden olmasıyla ortaya çıkan bir olgudur. Beyazlayan mercanlar ölü olmasa da hastalıklara ve ölüme karşı daha savunmasızdır, dolayısıyla beyazlama sonrasında mercan resifleri yok olabilir.
2016’dan bu yana dünyadaki mercanların yaklaşık yüzde 20’si asitleşme, denizlerdeki oksijen seviyelerinin azalması ve okyanus sıcaklıklarının artması nedeniyle ölmüştür. Avustralya’da ısınan denizler, Büyük Set Resifi’nin mercan ağarması (beyazlaması) nedeniyle yüzlerce kilometre canlı mercan kaybetmesiyle dünyanın en büyük mercan ölümüne neden olmuştur. Mercan resiflerinin önümüzdeki 25 yıl içinde tamamen yok olma riskiyle karşı karşıya olabileceği düşünülmektedir. Mercanların ölmesi, onlara bağımlı olan türler üzerinde ciddi bir etki yaratır ve bu durum, balıkçılıkla geçinen insanları da etkiler. Bazı çalışmalar ayrıca okyanustaki asitlenmenin okyanustaki plastik kirliliği ile de bağlantılı olduğunu göstermektedir. Okyanusa atılan ve biriken plastik çöpler, suya taşınan bakteri ve mikroorganizmalar denizlerdeki ekosistemlere zarar vermekte ve mercanların ağarmasına katkıda bulunmaktadır.
20-Kobalt Madenciliği
Dünya, yollar ve köprüler, barınaklar inşa etmek ve hatta saatlere ve akıllı telefonlara güç sağlamak için minerallere ve metallere güvenmektedir. Kömür madenleri ciddi bir çevre sorunu olmaya devam ederken, dünya aynı zamanda kobalt madenleri gibi değerli metal madenleriyle de uğraşmaktadır. Yenilenebilir enerji dönüşümünün merkezinde olan kobalt, giderek daha önemli ve belirleyici hale gelmektedir. Kobalt, çoğu elektronik ve elektrikli araç için gerekli olan lityum iyon şarj edilebilir pillerin neredeyse tamamında kullanılmaktadır. Elektrikli araçlara (EA) güç sağlayan batarya malzemelerinin temel bir bileşeni olan kobalt, karbonsuzlaştırma (karbondan arındırma) çabaları ilerledikçe sürekli bir talep artışıyla karşı karşıya kalmaktadır.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde (DKC), dünya çapındaki en büyük tedarikçidir. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde kobalt madenciliği üzerine 2021 yılında yapılan bir çalışmada, araştırmacılar madencilik ile şiddette artış, gıda ve su güvensizliği, kirlilik, sağlık sorunları ve tarım arazileri ile evlerin kaybı arasında bir bağlantı bulmuşlardır. Bu durum, daha düşük emisyonlu elektrikli otomobiller için malzeme çıkarırken bile ele alınması gereken ciddi çevresel ve insan sağlığı etkileri olduğunu göstermektedir. Kobalt madenciliği faaliyetlerinin çevresel maliyetleri de oldukça yüksektir. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin güneyindeki bölgelerde kobalt ve bakırdan başka büyük miktarlarda uranyum da çıkarılmaktadır. Madencilik bölgelerinde bilim insanları yüksek radyoaktivite seviyelerine dikkat çekmektedir. Buna ek olarak, diğer endüstriyel madencilik çalışmalarına benzer şekilde mineral madenciliği (maden ocakları) de genellikle komşu nehirlere ve su kaynaklarına sızan atık ve kirlilik üretir. Parçalanan kayalardan kaynaklanan tozun da yerel halk için solunum sorunlarına neden olduğu bilinmektedir.

21-Aşırı Tüketim ve Kaynak Tükenmesi
Sanayi Devrimi insanoğluna çok fazla ilerleme ve ekonomik kazanç sağlamıştır. Tüketim odaklı bir dünyada, durmaksızın mal peşinde koşmak dünyanın sınırlı kaynaklarına zarar verir. Elektronik, giyim ve gıda gibi ürünlere yönelik sürekli artan talep, doğal kaynaklar ve ekosistemler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Fosil yakıtlar ve mineraller gibi yenilenemeyen kaynakların çıkarılması, bu değerli varlıkları tüketerek çevresel bozulmaya ve ekosistemlerde geri dönüşü olmayan hasara yol açmaktadır. Ayrıca, aşırı tüketim atık oluşumuna, kirliliğe ve sera gazı emisyonlarına katkıda bulunmaktadır. Bir çalışma, sera gazı emisyonlarının yüzde 60’ının hane halkı tüketiminden kaynaklandığını göstermektedir. Yapılan bir başka çalışma ise ülke ne kadar zenginse tüketimin de o kadar fazla olduğu ve bunun çevre üzerindeki etkisinin de o kadar büyük olduğu sonucuna varmıştır. Tahmin edilebileceği gibi, ABD kişi başına 18,6 ton CO2 eşdeğeri karbon ayak izi ile başı çekmektedir.
22-Permafrost Çözülmesi
Zemin iki veya daha fazla yıl üst üste donduğunda permafrost (sürekli donmuş tabaka) haline gelir. Kalınlığı 4.900 feet’e (yaklaşık 1500 metre) kadar çıkabilen bazı permafrostlar yüz binlerce yıldır donmuş durumdadır. Permafrost çözüldüğünde karbon açığa çıkarır. Dünyadaki permafrost 1,500 milyar ton kadar karbon tutuyor olabilir. Permafrost ayrıca toprak çözüldüğünde kaçan patojenleri de içerebilir. 2016 yılında Sibirya’da bir dizi sıcak yazın ardından düzinelerce insana ve 2.000 ren geyiğine bulaşan bir şarbon salgını yaşanmıştır. Bilim insanları ayrıca bağışıklık sistemlerinin tanıyamayacağı patojenlerden konusunda da endişelidir. Permafrostun korunması ciddi bir çevre meselesidir.
23-Pandemiler (Salgın Hastalıklar)
Araştırmalar, iklim krizi ile küresel sağlık pandemileri (salgınları) arasında açık bir bağlantı olduğunu göstermektedir. IPBES’in (Biyoçeşitlilik ve Ekosistem Hizmetlerine İlişkin Hükumetler Arası Platform) bir raporu, daha önceki tüm küresel salgın hastalıkların nedeninin insan faaliyetleri olduğunu ortaya koymuştur. Tarımın yaygınlaşması, ekosistemlerin bozulması ve hayvanlarla insanlar arasındaki mesafenin daralması patojenlere maruz kalma oranını artırmaktadır. Önlem alınmadığı takdirde pandemiler çok daha yaygın hale gelecektir.
24-Nükleer Atık
Nükleer enerji, potansiyel bir temiz enerji kaynağıdır; sonuçta, kömür, gaz ve petrol santrallerinin aksine, nükleer enerji çok fazla sera gazı yaymadığı için (nükleer yakıt zincirinin belirli aşamalarında fosil yakıt kullanılmasına rağmen) iklim değişikliğine çok az katkıda bulunmaktadır. Bununla birlikte, nükleer santraller tarafından üretilen ve uygun şekilde yönetilmediği takdirde veya kazalar ve doğal afetler durumunda (2011’de Fukushima’da yaşananlar gibi) toprağı ve suyu kirletme riski taşıyan radyoaktif atıklar, çevrecileri endişelendirmektedir.
25-Kötü Yönetim
Bazı ekonomistler iklim krizinin çoklu piyasa başarısızlıklarından kaynaklandığını belirtmektedir. Çevreciler ve ekonomistler yıllardır politikacıları, sera gazı yayan faaliyetlerin (en büyük çevre sorunlardan biri) maliyetini, örneğin düşük maliyetli karbon teknolojilerindeki inovasyonları (yenilikleri) teşvik edecek karbon vergileri yoluyla artırmaya çağırmaktadır. Ulusal bir karbon vergisi şu anda AB’deki çeşitli ülkeler, Singapur, Kanada, Ukrayna, Japonya ve Arjantin dahil, dünya çapında 27 ülkede uygulanmaktadır. Ancak mevcut karbon vergileri elektrik endüstrisinde etkili olsa da kömür endüstrisinde yeterli değildir. İsveç’te karbon vergisi etkili bir şekilde uygulanmaktadır; karbon vergisi ton başına 127 ABD Dolarıdır ve 1995’ten bu yana emisyonları %25 oranında azalırken, ekonomisi aynı dönemde %75 oranında artmıştır.
Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar başka bir dünya savaşı çıkmasını engellemek için kurulduğundan iklim kriziyle başa çıkmak için uygun değildir. Zaten BM üyeleri, kuruluş tarafından yapılan önerilere ya da tavsiyelere uymaya zorunlu değildir. Örneğin, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında tarihi bir anlaşma olan Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışının 2100 yılına kadar 2 santigrat derecenin, ideal olarak da 1,5 santigrat derecenin altında olması için ülkelerdeki emisyonların önemli derecede düşürülmesi gerektiğini belirtmektedir. Ancak bu sözleşmeyi imzalamak gönüllülük esasına dayanmaktadır (isteğe bağlıdır) ve uyulmaması halinde gerçek bir yaptırım yoktur. Ayrıca, gelişmekte olan ülkelerin daha az salım yapacak teknolojileri geliştirebilecekleri noktaya gelmeleri için daha fazla salım yapmalarına izin verilmesi ve Çin gibi bazı ülkelerin bunu istismar etmesine izin verilmesi nedeniyle hakkaniyet konusu tartışmalı bir konu olmaya devam etmektedir.

Günümüzün En Büyük 25 Çevre Sorunu

Kolektif Eylem Çağrısı

Eylemlerin geniş kapsamlı sonuçları olduğu açıktır. İklim değişikliği, biyoçeşitlilik kaybı ve kaynakların tükenmesi gibi çevre sorunları bireylerin, toplumların, hükumetlerin ve işletmelerin acil müdahalesini ve ortak çabalarını gerektirmektedir.
Olumlu bir etki yaratmak için yapılabilecekler aşağıdadır:
Farkındalığın Artırılması: Karşılaşılan çevresel sorunlar hakkında bireyler kendini ve başkalarını eğiterek sorumluluk ve aciliyet duygusunu teşvik edebilir.
Sürdürülebilir Uygulamaların Desteklenmesi: Günlük yaşamlarda geri dönüşüm, atıkların azaltılması ve enerji tasarrufu gibi sürdürülebilir uygulamalar savunulabilir ve benimsenebilir.
Koruma Çabalarına Katılım: Doğal yaşam alanlarını ve biyolojik çeşitliliği korumaya yönelik yerel koruma projelerine ve girişimlere katılım sağlanabilir.
Politika Değişiklikleri İçin Baskı: Hükumetler sürdürülebilirliği, yenilenebilir enerjiyi ve çevrenin korunmasını teşvik eden politikaları uygulamaya çağrılabilir.
Sorumlu İşletmelerin Seçimi: Çevre dostu uygulamalara ve etik kaynak kullanımına önem veren şirketler desteklenebilir.
Yeşil Teknolojilere Yatırım Yapılması: Çevresel etkileri azaltmaya yardımcı olan yeşil teknolojiler teşvik edilebilir ve bunlara yatırım yapılabilir.
İşbirliği ve Bilgi Paylaşımı: Bilgi, çözüm ve en iyi uygulamaları paylaşmak için küresel bir topluluk olarak birlikte çalışılabilir.

Sonuç
Ormansızlaşmadan iklim değişikliğine kadar her faaliyet, doğanın hassas dengesi için kendine özgü zorluklar ortaya koymaktadır. Ancak bu zorlukların ortasında bir umut vardır. Kolektif eylem, sorumlu seçimler ve sürdürülebilir uygulamalar yoluyla bu çevre sorunları ele alınabilir ve dünya gelecek nesiller için korunabilir. Bireyler, topluluklar, işletmeler ve hükumetler olumlu bir değişiklik yapmaya kararlı olmalıdır. Karbon ayak izini azaltmaktan doğal yaşam alanlarını korumaya kadar her adım, ne kadar küçük olursa olsun, daha parlak ve daha yeşil bir geleceğe katkıda bulunur. Değişime doğru atılan ilk adım farkındalıktır. İklim değişikliği ve diğer tüm çevresel sorunlarla mücadelede, bilmek kesinlikle savaşın yarısıdır ve eyleme geçmek mantıklı bir sonraki adımdır.

Kaynakça:

https://www.humanrightscareers.com/issues/environmental-issues-we-must-address/
https://socialimpactguide.com/journal/a-list-environmental-issues-we-must-address/
https://earth.org/the-biggest-environmental-problems-of-our-lifetime/
https://www.cevremuhendisligi.org/index.php/79-haberler/yazar-gc/1662-kuresellesen-dunyamizda-cevre-sorunlarimiz-neler
https://yesilgazete.org/2022nin-ardindan-en-onemli-12-cevre-sorununa-genis-acili-bir-bakis/
https://www.ekoiq.com/2023te-bizi-bekleyen-14-buyuk-cevre-sorunu/

Yazar: Müşerref ÖZDAŞ

Bunları da beğenebilirsin
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Bu web sitesi deneyiminizi geliştirmek için çerezleri kullanır. Bununla iyi olduğunuzu varsayacağız, ancak isterseniz vazgeçebilirsiniz. Kabul etmek Mesajları Oku